SUZİ, MİNE VE ŞAHİKA YARA BERE İÇİNDE 3 ERGEN

Daha önce birçok kez NOW ekranlarında izleyicilerle buluştunuz. Yeniden bir arada olmak çok güzel. :) Bu defa "Ben Leman" dizisinde Suzi karakteriyle karşımızdasınız. Senaryoyu okurken "İşte bu! " dediğiniz nokta ne oldu?

Benim için de yuvaya dönmek gibi oldu. Senaryoyu okurken gerçekten bir sonraki sayfada ne olacağını merak ederek okudum ve bir oyuncu olarak karakter analizlerini dahi bilirken hikâyenin bende bu kadar merak uyandırması, projeye karşı heyecan duymama neden oldu. Suzi’nin ise toplumsal normların kadına yüklediği her klişe etiketten farklı bir duruş sergiliyor olması, karakteri kabul etmeme vesile oldu. Leman en aklı başında olanımız gibi görünüyor. Bu yüzden onu biraz dışarıda tutarak üç kadın hakkında ufak bir yorum yapmak isterim. Suzi, Mine, Şahika; belki de sahip oldukları ailelerden gelen, belki para, belki gücün sunduğu imkânlarla her şeyi hâlledebileceklerini zanneden; her şeyi bildiklerini zanneden çocuklarmış. Sonra yaptıkları işler ayaklarına dolanıyor; onu da kendilerince hâllettiklerini sanıyorlar. Şu anda da yetişkin olduklarını düşünmüyorum. Üçümüz de yetişkin ergenleriz ve bence yara bere içindeyiz. Umarım hikâyemiz boyunca olumlu anlamda bir değişim, dönüşüm geçirirler. Bunu oynaması kıymetli, izlemesi keyifli olacak diye ümit ediyorum.

BENİM ASLA OLAMADIĞIM BİRİ SUZİ

Suzi, deli dolu ve eğlenceli bir karakter gibi görünüyor. Aynı zamanda oğlu Can’a çok bağlı, özgür bir karakter. Onu canlandırırken sizin kişisel dünyanızla kesiştiği noktalar oldu mu?

Gerçekten deli dolu ve eğlenceli mi, emin değilim. Nerede, hangi kitapta okuduğumu hatırlamadığım bir cümle var: “İnsan üzgünken saklanmak istiyor; ağzın kalabalığı bundan.” O yüzden Suzi gerçekten deli dolu, eğlenceli, mutlu bir karakter mi, emin değilim. Ben de sizinle beraber öğreneceğim. Suzi’nin neşeli tavrının kendi kişisel dünyamla kesiştiğini söyleyebilirim. Ben de genel olarak neşeden yana dururum. Ama bu neşeli tutumun nedenleri ya da motivasyonu konusunda Suzi’yle ayrışabiliriz. Suzi’den henüz emin değilim :) Oğlu Can’a olan bağlılığı, oğlu Can’a olan aşkı gözlerimi dolduruyor. O Can onun karnına düştüğü anda ona âşık oldu Suzi. Adı da o yüzden Can bence. Kendi bildiği anneliği yapıyor; ona göre doğrusu o. Oğlunun gerçekten neye ihtiyacı olduğunun farkında mı, emin değilim; yolda öğreneceğini ümit ediyorum. Bu noktada da ayrıştığımızı düşünüyorum. Ben Can’a daha fazla vakit ayırıp onunla daha çok ilgilenebilirdim ama dışarıdan maval okuması kolay :) Günün sonunda bence insan kendini ne kadar hazırlarsa hazırlasın, ne kadar tecrübeli insan dinlerse dinlesin, buna dair istediği kadar kitap okursa okusun, o bebeği kucağımıza aldığımızda hepimiz sıfırlanıyoruz. Her şey o anda baştan başlıyor ve biraz da yolda öğreniyoruz. Suzi’nin en sevdiğim özelliği dürtüselliği. Benim asla olamadığım biri Suzi. O an için, o koşullarda, önünü ardını düşünmeden, sorunu çözmek için ne gerekiyorsa onu yapıyor. Sonucu kötü olursa da sorumluluğunu alıyor. Bu nedenle de hepsinden daha özgür bir karakter olduğunu düşünüyorum. Çünkü özgürlük, sorumluluk almayı gerektirir. Benimse düşünmekten hareket edemediğim anlar oluyor :) Bu anlamda Suzi’den çok şey öğreneceğim ya da “Doğrusu zaten benim yaptığım(m)ış.” diyerek kendimi takdir edeceğim.

Suzi’nin kasabaya enerji veren bir radyo programı var. Sizce Gökçe Eyüboğlu bugün bir radyo programı sunsa, ilk cümlesi ne olurdu?

Telaffuz edebildiğim her dilde “Günaydın” derdim. Mutlaka “Nasılsınız?” diye sorardım. Cevapları da gerçekten beklerdim. “Nasılsınız?” soru-cevabından programın sonu gelmezdi :)

Suzi’nin aşka bakışında biraz “fırtınalı” bir taraf var. Siz aşkı daha çok Suzi gibi mi yaşıyorsunuz, yoksa daha sakin ve temkinli misiniz?

Bence sakin ve temkinliyim ama büyük laflar etmek istemem. Genel olarak, arkadaş ilişkilerim de dâhil olmak üzere ikili ilişkilere bakışım biraz daha sakinlik tarafında. Hayat her geçen gün biraz daha zorlaşırken kimse kimseyi o kadar yormasın diye düşünüyorum. Yol arkadaşlığı kıymetli; hayat daha güzel ve kolay oluyor. Güven ve huzuru tercih ediyorum galiba şimdilik :) Doğrudur, yanlıştır; zaman gösterecek.

EKİP ARKADAŞLARIMLA BOŞ GÜNLERİMİZDE DE BERABERİZ

Çekimler Ege’de geçiyor. Bu enerji dolu, özgürlük hissi veren atmosferin size ya da oyunculuğunuza nasıl bir katkısı oldu?

Ben zaten güneş enerjisiyle çalışıyor gibiyim. Sıcakla aram pek olmamasına rağmen güneşli havalarda daha enerjik ve mutlu oluyorum. Kendimi iyi hissettiğim için etrafımdaki insanlara da iyi hissettiriyorum. Dolayısıyla şu an Urla’da bu kadar güzel bir ortamda çekim yapmak, iç enerjime yansıdığı için karakterime de yansıyordur diye düşünüyorum. Bir de şükürler olsun, tüm ekip arkadaşlarım da benzer samimiyette, benzer çalışkanlık ve disiplinde. Bu yüzden boş günlerimizde de birlikte vakit geçirmeye özen gösteriyoruz. Gerçekten Urla’nın lezzetlerini tatmaya vakit ayırıyoruz. Hepimiz buradan kilo alarak döneceğiz bence. :)

Suzi’nin bir kafesi var. “Benim de bir gün şöyle bir yerim olsun” dediğiniz oluyor mu?

Hiç böyle bir hayalim olmadı ama illa olsaydı muhtemelen deniz kenarında salaş bir yer olurdu. Ahşap masa ve sandalyeler… Ayaklarımız kuma basacak ve gün batımını izleyebileceğimiz bir yer isterdim…

“Kadın” dizisinde canlandırdığınız karakterin kariyerinizde bir dönüm noktası olduğunu söyleyebilir miyiz? Bugün dönüp baktığınızda, o kırılma anı hayatınıza nasıl yön verdi?

Kesinlikle. Ben de aynı cümleyi kuruyorum. O yüzden de “Kadın” dizisinde oynadığım Ceyda karakterinden her zaman “Kıymetlimdir.” diye bahsediyorum. Ekibi övmeden de geçemeyeceğim. Kamera önündeki ve arkasındaki tüm arkadaşlarım birbirine paslaşıyor, birbirine alan açıyordu. Gerçekten yaratım sürecine izin verildi orada. Uzun dizi süreleri nedeniyle ve bunları 5-6 gün içinde çekmek zorunda olduğumuz için her zaman o yaratım süreci istediğin gibi işlemiyor. Oyuncu olarak maalesef cepten yediğin durumlar oluyor. “Kadın” dizisinde herkes yeni bir şey yaratma ve deneme fırsatı buldu kendi adına. Dönüp baktığımda tanınmamı sağladı. Fatih Aksoy’un bana “Sen daha önce neredeydin, oyunculuk yapıyor muydun?” gibi sorular sorduğunu hatırlıyorum. “Kadın” sayesinde tanınır, bilinir oldum. Bir senaryo, bir karakter geldiğinde “Bunu Gökçe oynar; Gökçe bunun altından kalkabilir.” dendi. Bu sayede mesleğimi yapabilmeye başladım. Evet, “Kadın”ın bana gelmesi şanstı ama ben de o şansı kullanmaya hazırdım.

TİYATROYU ÇOK ÖZLEDİM

Dizilerin yanı sıra tiyatro oyunlarında da yer alıyor, yapımcılıklarını üstleniyorsunuz. En son Zorlu PSM, DasSas ve Moda Sahnesi’ndeki “Yalnız” oyununun yapımcılığını yaptınız diye biliyoruz. Tiyatro, sizin dünyanızda ne kadar ön planda?

Tiyatro aşk gibi bir şey. Geçen sene yapımcılık deneyimim de oldu. Pandemiden beri herhangi bir tiyatro oyununda maalesef yer alamadım. Gelen her oyunu kabul edemediğim gibi, içime sinen oyunları da maalesef prova takvimiyle set takvimini uyduramamaktan kaynaklı kabul edemedim. Son iki yazdır sürekli bir tiyatro projesiyle uğraşıyorum aslında. Yazın prova yapmaya çalışıyoruz ki kışın prova takvimi setle çakışmadan oyunumuzu oynayabilelim diye. Ama farklı sebeplerden gerçekleştiremedik. O nedenle geçen sene “Bari yapımcılık yapayım.” dedim. Yani oyunculuktan kazandığımı yine oyunculuğa harcamak, oyunculuğa yatırım yapmak istiyorum. Dilerim en kısa zamanda bir tiyatronun içinde de yer alacağım…

MUTLULUKTAN AĞLAMAYALI ÇOK UZUN ZAMAN OLMUŞTU

Yurt dışında verdiğiniz oyunculuk atölyeleri dikkat çekiyor. Öğretirken öğrendiğiniz şeyler neler oldu?

Şu an hayatımda beni en mutlu eden şeylerden biri bu atölyeler. Şimdi İstanbul’da bir yerde de başlıyorum. İlk başta çok direnmiştim. “Benim haddime değil öğretmek.” diye düşünüyordum ki hâlâ “Eğitmen” dedirtmiyorum kendime. Haddim değil. Gerçekten karşılıklı bir öğrenme süreci var orada. Şunu itiraf edebilirim; içinde yaşadığımız koşullar ve ülkenin gündeminden kaynaklı olarak son birkaç senedir aslında umudumu yitirmiştim. Mesleğime olan aşkımı biraz kaybetmiştim. Birkaç günlük workshop teklifi geldiğinde cesaret edip denemeye karar verdim. O kadar keyifli geçti ki dönüşte uçakta mutluluktan ağlıyordum. Mutluluktan ağlamayalı çok uzun zaman olmuştu. Bu atölyeler benim için şöyle oldu: İnsanlar evliliklerini kurtarmak için evlilik terapisine gider ya, ben de bu atölyeye gittim ve mesleğime olan aşkımı tekrar hatırlayıp geri döndüm. Zaten her zaman şunu diyorum: Ben herhangi bir şey öğretmiyorum, oyunculuk öğretmiyorum. En iyi yöntem, işinize yarayan yöntemdir. Ne kadar oyuncu varsa dünyada, o kadar yöntem vardır. Ben, bende işe yarayanları gösteriyorum; sizde deneyelim, bakalım işe yarıyor mu bunlar. Zaten süreçte birbirimizi tanıdıkça karşılıklı olarak; onların oynamasının önünde engel var mı diye bakıyoruz, varsa onun üzerine gidiyoruz. Burayı rahatlatmak için, burayı açmak için ne yapabiliriz gibi... Ben de üstesinden gelemediğimde hâlâ hocalarıma danışıyorum. Öğrenme bitmiyor çünkü… Bitmemeli de. Öğrenciler, hem unuttuğum şeyleri hatırlatıyorlar bana hem de gözlerindeki ışık bana neden oyuncu olmak istediğimi yeniden hatırlatıyor. Günün sonunda naçizane yaptığım: O çocuk merakını ve çocuk gibi oyun oynamayı hatırlatmaya çalışmak.

Yakın zamanda doğum gününüzü kutladınız. Nice sağlıklı ve mutlu yaşlar diliyoruz. Hayattaki en büyük dileğiniz gerçekleşti mi, yoksa hâlâ hayalini kurduğunuz bir şey var mı?

Çok teşekkür ederim. En güzel doğum günlerinden biri oldu. Arkadaşlarımın sürpriziyle başladı. Sette beni çekimde zannettikleri için son anda İstanbul’a geldiğimden haberleri oluyor. İki saat içinde organize oluyorlar ve beni dışarı çıkmaya ikna ediyorlar. Çünkü çıkmayacaktım, çok yorgundum :) Onların yanına geldiğimde gerçekten dona kaldım. Sonra herkesi öpmeye, sarılmaya, teşekkür etmeye başlayınca ağlamaya başladım. Ertesi gün sete döndüğümde çekim yaparken oyuncu arkadaşlarım ve yönetmenim bir anda sürpriz yapıp pasta getirdiler. Otele döndüğümde yapımdan çiçekler gelmişti. Bolluk bereket bu demek bence. :) Şükürler olsun. En güzel doğum günlerimden biri oldu. O yüzden çok teşekkür ediyorum herkese. Hayatta en büyük dileğim diye bir şey var mı bilmiyorum. Bende dilekler bitmez :) Ben hayatımda en çok oyunculuğu istemiştim, bunu biliyorum sadece. Her zaman, her yerde şu cümleyi kuruyorum: Bu yolda cesaretimi kaybetmeden, iyi niyetle ve nezaketle yürümeye devam edebilmeyi diliyorum. Sanırım hâlâ en büyük dileğim bu. Onun dışında mutlu olmak istiyorum :) Bol bol seyahat edeyim, sevdiğim insanlara zaman ayırabileyim, sevdiğim insanların da benim de sağlığım yerinde olsun. Başımıza gelenleri hep birlikte atlatırız; böyle inanıyorum.

Bu yaz Avrupa’da birçok ülke gezdiniz. O yolculuklardan size en çok kalan şey ne oldu? Bir sonraki rotanızda neresi var?

Evet, bu sene daha önceki senelere göre daha çok seyahat edebildiğim bir sene oldu. Ben biraz Avrupa’yı seviyorum sanırım :) Sokaklarında yürümeyi seviyorum. Sanat tarihi seviyorum. Müze, galeri gezmeyi, güncel sanatçıları ve güncel işleri, festivalleri takip etmeyi seviyorum. Gitmişken oyun seyretmeye çalışıyorum. Daha çok tesadüfen karşıma çıkan insanlar ve mekânlar kalıyor aklımda mesela. Haberim bile olmadan gittiğim bir sokak festivaline denk geldiğim, bir dans okulunun gösterisini izlediğim ya da üşüdüğüm için girdiğim bir kafede yediğim harika ya da inanılmaz kötü bir yemek… Aklımda gülerek hatırlayacağım bir anı olarak kalıyor. Şu an net olarak “Şuraya gitmek istiyorum.” diye bir cümle kuramamakla beraber yine mutlaka Londra’da birkaç oyun izlemeye gitmek istiyorum. Bir de bu yaz için Güney Fransa ve Güney İtalya niyetim var. Ama bir bakmışsınız bambaşka yerlere gitmişim. :)