“ÇEVREMDEKİ İNSANLAR KEFARET’İ BEĞENDİLER”

 

Kefaret dizisinin ilk 2 bölümü izleyiciyle buluştu ve çok beğenildi. Siz nasıl geri dönüşler aldınız şimdiye kadar? Dizinin bu kadar başarılı olacağını bekliyor muydunuz?

 

Genel itibarıyla, çevremdeki insanlar da beğendiler. Proje ilk geldiğinde de ben hikayesini çok beğenmiştim. Hiç oynamadığım bir karakter olduğu için ilgimi çekmişti Sinan’ın da, genel hikayenin de kurulumu gayet güçlü, kuvvetli ve derinlikliydi. Birçok boyutuyla kaçırılma öyküsünü ele alışı beni mutlu etti. Çünkü hep kaçırılan kurban üzerinden gider hikayeler, herkes de onu bulmaya odaklanır. Buradaki hikayede insan hikayeleri, onların derinlikleri farklı sosyal sınıflar, onların birbiriyle ilişkisi ve o kaçırılmanın arka tarafı var aslında; insanlar nasıl bir yıpranmayla karşı karşıya kalıyorlar ne gibi değişimlere uğruyorlar o çok dikkatimi çekti, ilgilendirdi ve heyecanlandırdı beni. Dışarıdan aldığım geri bildirimlerin çoğu da bu minvalde; daha çok hikaye aksı ve onun boyutluluğuna dair. Bilinen bir formun başka türlü anlatılması ve başka türlü ele alınmış olması da aslında seyircinin ilgisini çekti diyebiliriz.

 

Sinan Komiser kötülüklerle savaşmanın tek yolunun güçlü bir polis olmaktan geçtiğine karar verip, komiser olmuş. Sinan’ın nasıl bir iç dünyası var? Karakteri canlandırırken zorlandığınız zamanlar oluyor mu?

 

Zorlandığım bir zaman olmuyor, çok insani bir karakter. Çok anlaşılır dertleri var. Ve çok da dışarıdan bilebileceğimiz, görebileceğimiz, dokunabileceğimiz yazılma biçimi, yaklaşımı var. Yine dışarıdan gördüğümüz, tanıdığımız, bildiğimiz birinin aşkı gibi bir aşk. Çünkü hayatımızda çok fazla gördüğümüz bir aşk; saplantılı aşk yaşayan insanlar var. Sinan’ın da en zayıf karnı zaten Zeynep. Sinan’da sürekli bir koruma isteği var ve ona verdiği sözü yerine getirme isteği… Bu durum, belli bir süre sonra başka duyguları getiriyor ve yerine başka duyguları bırakıyor. İkisi arasında başka türlü bir ilişki kurulup devam ediyor. O yüzden de Sinan’ın bu çok boyutluluğu; kimi zaman esprili, kimi zaman sevecen, duygusal yönüyle mantığı sık sık çelişen, ağırlıklı olarak duygularıyla hareket eden bir karakter. Bu da onu çok boyutlu, renkli, inişleri ve çıkışları olan, merak ettiren bir karakter yapıyor diyebilirim aslında.

 

“PANDEMİ KOŞULLARI İÇİNDE ÇALIŞMAK ÇOK ZOR”

 

Sette en çok Nurgül Yeşilçay, Yurdaer Okur, Özge Özacar ile birlikte vakit geçiriyorsunuz, canlı yayınlardan ve paylaşımlardan da gördüğümüz kadarıyla çok eğleniyorsunuz. Ekip birbirine alıştı mı? Pandemi şartları çekimleri zorlaştırıyor mu?

 

Pandemi koşulları içinde çalışmak çok zorlu oluyor... İster istemez, çok daha az zaman geçirmek durumunda kaldığımız bile olabiliyor birbirimizle. Ama yine de bu koşullar altında bu işi sürdürebiliyor olmak, bir kayba uğramadan bir şekilde devam ettirebiliyor olmak büyük şans. Bizim kendi aramızdaki uyumumuza gelecek olursak, benim zaten Yurdaer’le set dışından, Ankara’dan bir tanışıklığım var, oyunculuğunu çok sevdiğim, beğendiğim bir oyuncu. Nurgül’le 2014 yılında Gece filminde çalıştık. Lavinya da aynı şekilde tanıdığım bildiğim, çalıştığım bir oyuncu. Yani birçoğuyla ben daha önce çalıştım, bir mesaim oldu; Lavinya’yla Ufak Tefek Cinayet’lerde 2 sezon, Nurgül’le 1 film yaptık. Özge Özacar ve Ege Kökenli ile ilk defa çalışıyorum. Onlarla da çok kısa sürede; onların da gerçekten olumlu, güzel ve yapıcı yaklaşımlarıyla bir uyum yakaladığımızı düşünüyorum.

 

 

“BELKİ BİR GÜN ALBÜM ÇIKARIRIM”

 

En son “Kefaret” dizisinde seslendirdiğiniz şarkı çok beğenildi. Önümüzdeki zamanlarda Mert Fırat’tan bir albüm gelir mi?

 

Yerimde duramayacağım kadar çok şarkım olursa, mutlaka belki bir gün…

 

“YAPTIĞIM BÜTÜN İŞLER BİR EKİBİN İŞİ”

 

Tiyatro, sinema, dizi, reklam çekimleri, seslendirmeler, sosyal sorumluluk projeleri… Saymakla bitmiyor. Her daim her alanda çok aktifsiniz. Nasıl yetişiyorsunuz tüm bunlara? Özel hayatınıza ayıracak zamanınız kalıyor mu?

 

Ben bütün bunları ekip arkadaşlarımla birlikte yapıyorum. Neredeyse hiçbir şeyi tek başıma yapmıyorum. Birçok işte böyle kolektif durabilmeyi, birlikte hareket edebilmeyi önemsiyorum. O yüzden de benim yaptığım bütün işler aslında bir ekibin işi, bir yandan da bir sorumluluk paylaşımının verdiği bir şey. Burada, çalışma arkadaşlarım çok kilit noktalarda gerçekten hayatımı kolaylaştırıp yapmak istediklerimi çabuklaştırıyorlar aslında. Biraz da şansım yaver gidiyor.

 

“İNSAN İSTEDİKTEN SONRA ÖZEL HAYATINA ZAMAN AYIRABİLİYOR”

 

Ben çok küçük yaşlardan beri aynı anda birçok şeyi bir arada yapma duygusu ve motivasyonuyla hareket eden birisiyim. Özel hayatıma da zaman buluyorum, insan istedikten sonra her zaman kendine ve özel hayatına zaman ayırabiliyor.

 

Yakın zamanda baba oldunuz. Öncelikle tebrik ediyoruz sizi. Seyhan Mia 2 haftalık oldu bile. Günlük hayatınız nasıl geçiyor? Neler değişti günlük rutininizde?

 

Gece yatış saatlerimiz biraz ileri alınmış oldu ve daha az uyumaya başladık tabii. Ama bambaşka bir duygu, her şeye değer bir motivasyonu var. Ben şu an daha az ihtiyaç duyulan yerdeyim. Zamanla herhalde onunla daha çok vakit geçirebileceğim, sorumluluğu daha da çok paylaşabileceğim bir yere gelecek.

 

İhtiyaç Haritası’nın da kurucularından biri olarak siz ünlü olmanın gücünü her daim iyilik için kullandınız ve kullanmaya devam ediyorsunuz. Ünlü olmak sosyal sorumluluk alanında size ne gibi faydalar sağlıyor?

 

Bana fayda sağlamasından ziyade görünür, tanınır olmak ben ve benim gibi birçok arkadaşımın destek olmaya çalıştığımız sosyal sorumluluk projelerinde o projelerin daha dikkat çekici bir hale gelmesine yardımcı oluyor diyebilirim. Bizleri seven, takip eden insanlar bizim içinde yer aldığımız bir sosyal sorumluluk projesi hakkında bilgi sahibi oluyorsa ya da bu sayede onlar da projeye destek oluyorlarsa, hepimiz amacımıza ulaşmışız demektir.

 

“KİMİ ZAMAN ARKADAŞLARIMIN HAYALLERİNE ORTAK OLUYORUM”

 

Bundan seneler önce verdiğiniz bir röportajınızda “Hala birçok hayalim var” demiştiniz. Bu hayalleri gerçekleştirme fırsatı buldunuz mu? Hayatınızda ulaştığınız noktadan memnun musunuz?

 

Her geçen gün yeni fikirler ve yeni hayallerle yola devam ediyor olmak, güne başlıyor olmak güzel bir şey. Farklı ortaklarımın, arkadaşlarımın, fikirdaşlarımın, paydaşlarımın hayallerine de ortak oluyorum kimi zaman. Dolayısıyla, böyle bir arada durabilmek beni çok mutlu ediyor. Dilerim hayal etmekten hiç vazgeçmeden isteklerimizi gerçekleştirebileceğimiz yolu yürüyecek yarenleri, dostları, arkadaşları bulmaya devam ederiz.

 

 

DasDas ve Moda Sahne Covid-19 önlemleri nedeniyle oyunlarını durdurdu, online gösterim olacak mı? 

 

Evet, etkinliklerimizi online’a taşımak için Aralık ayı bizim için bir fırsat aslında. Bütün hazırlıklarımızı, mevcut içeriklerimizi online’a taşıyıp, bir yandan da online’da sergileyebilecek yeni oyunlar yaratmak aslında derdimiz.

 

“DAHA ÖNCE DENENMEMİŞ BİR ŞEYE ADIM ATIYORUZ”

 

DasDas Sahne ve Gösteri Sanatları Merkezi'nin yeni projelerinden bahseder misiniz?

 

Şimdi bir okuma tiyatrosu üzerinden bir şey yapıyoruz dijitale geçerken, bu yeni dönemde. Bizim için DasDas Akademi bu ikinci yılında çok değerli bir oluşuma doğru gidiyor. Yine 20 öğrencimizle ve çok değerli eğitmen kadromuzla, 2021’e yeni meslektaşlar kazandırmak bize heyecan veriyor. Bir de DasDas’ın özel bir dijital sergileme alanı var. O dijital sergileme ve dijital müze alanında farklı partnerlerle global ölçekte bir yeni sahneleme biçimi üretiyoruz. Bizim için de daha önce denenmemiş, farklı örneklerini de çok fazla görmediğimiz bir şeye adım atıyoruz. Hem bir müze hem yeni bir enstalasyon, bir çeşit yerleştirme ve sergileme biçimi diyebiliriz aslında... O dijital müze de bizi çok heyecanlandırıyor.

 

“İNSANI İÇİNE ÇEKEN ŞİİRLER BENİ ÇOK ETKİLİYOR”

 

Şiirlere, yazılara ayrı bir ilginiz var. Sık sık sosyal medya takipçilerinizle Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ve başka değerli şairlerimizden dizeler paylaşıyorsunuz. En sevdiğiniz şiir hangisi?

 

‘Daha nen olayım isterdin, onursuzunum senin’. Şiir bu kadar çünkü ? Benim en sevdiğim şiir diye bir şey yok ama çok anlamlı tek cümle bile vurucu olabiliyor. Dünya yaratan, atmosferini tesis eden, insanı içine çeken ve böyle birden fazla duyguya, duruma hitap eden şiirler beni çok etkiliyor. Çok da oyuncaklı, oyunsu geliyor. O yüzden de kendi içinde dramasını da barındıran, atmosferini de kuran şiirleri ve şairleri seviyorum. Ama dediğim gibi sadece bir şiir derseniz, şu an aklımda öyle bir şiir yok. Ahmet Muhip Dıranas’ın ‘Fahriye Abla’sı çok sevdiğim şiirlerden biridir bu anlamda. Dramatik bir yapısı vardır. Nazım Hikmet’in baktığınızda hangi şiirini ayırabilirsiniz ki? Ama benim için ‘Vatan Haini’ şiiri çok güzel, özel bir şiirdir. Yine Nazım’ın Milli Mücadele için yazmış olduğu şiirleri beni çok etkiler ve çok da severim onun bu anlamdaki şiirlerini.

 

“KIZIMA YILLAR SONRA DİNLEYECEĞİ BİR KİTAP BIRAKMIŞ OLDUM”

 

Kısa zaman önce Vasconcelos’un ünlü eseri Şeker Portakalı’nı seslendirdiniz, bu dönemde birçok insanı çok mutlu ettiniz. Nasıl bir deneyimdi sizin için?

 

Şeker Portakalı’nı ben çok küçük yaşlarda okudum ve benim katıla katıla ağlayarak okuduğum bir kitaptı. Okuyan çocuğu büyüten ve her yaşta okunabilecek bir kitap ilginç bir şekilde. Zeze’nin hikayesi çok vurucu ve etkili. Ve Zeze’yle birlikte aslında o mahallede ve çevrede büyüyorsun. Nasıl bir çevrede yaşadığını, çocukluk kahramanlarını, onların senin hayatında edindiği yeri, kayıplarını, kazançlarını, aileni, bütün o süreçleri Zeze’yle empati kurarak okuyup anlayabiliyorsun. Bu anlamda, zaten dünya klasiği, kült bir eser. O yüzden benim çocukluğumda çok değerli kitaplardan olan Şeker Portakalı’nı seslendirmiş olmak da benim için unutulmaz bir şey oldu. Ben de kendi kızıma onun yıllar sonra dinleyeceği bir kitap bırakmış oldum.

 

 

“BEN BARIŞ İÇİNDE VE EŞİT ORTAMDA ÇALIŞMAYI SEVERİM”

 

Başka bir röportajınızda “Herkes kendisinin şifacısı olmalı ve ona neyin iyi geldiğini bulmalı.” demişsiniz. Size iyi gelen şey nedir?

 

Bana iyi gelen şey sakinlik, sevgi, huzur, barış, mutluluk… Ben oralarda üretici olup, üreten bir yere gelebiliyorum. Aslında stres altında da çalışmayı becerebilenlerdenim; stres ve zor koşullar beni bozmuyor ama tabii ki tercih edebileceksek herkes gibi ben de huzurlu, mutlu, barış içinde ve eşit bir ortamda çalışmayı severim, öyle bir ortamı tercih ederim her zaman üretimlerimde.

 

“SENARYO YA DA HİKAYE YAZARKEN ANKARA’YA GİTMEYİ ÇOK İSTİYORUM”

 

Ankara doğumlusunuz ve üniversiteyi de orada okudunuz. Ankara’yı özlediğiniz oluyor mu, en son Ankara’yı ne zaman ziyaret etme şansınız oldu?

 

Ankara’yı özlüyorum tabii. Eski Ankara’yı da çok özlüyorum, çünkü Ankara da çok değişti. Yani benim zamanımda Ankara’nın merkezi; Kızılay, Sakarya Caddesi, Tunalı Hilmi, Esat, oralardı... Şimdi o merkezler kaydı. Ankara’nın artık birçok merkezi var. Bizim gitmeye uzaklığından dolayı imtina ettiğimiz Ankara’nın semtleri şimdi merkez olmaya doğru gidiyor, hatta merkez oldular. Kendi içlerinde başka merkezler yarattılar. E bu da tabii gelişimin getirdiği bir sonuç. O anlamda da bir dönüp bakmak gerekiyor; bu merkezi kayan şehirler ne gibi zararlar görüyor, onlara neler oluyor? Ben Ankara için o anlamda biraz kaygılıyım ama. Yine de gittiğimde ben eski Ankara’yı görüyorum. Sürekli gittiğim mekanlar var. Onlara yine yetişebiliyorum, çok şükür. Gittiklerimin hepsi kapanmadı. Ankara’da çorbayı nerede içeceğimi, yemeğimi nerede yiyeceğimi, hangi semtin pazarına gideceğimi hala biliyorum ve hala da onlar duruyorlar. Onlar, aidiyetlerimizi oluşturan şeyler oluyor zaten. Ankara’da arkadaşlarım da var hala. Benim için gerçekten bir huzur yeri, gittiğimde 3-5 gün kalıp kafamı dinleyeceğim ve eski günleri yad edeceğim bir yer; özellikle de bir şey yazarken Ankara’ya gitmeyi çok istiyorum. Senaryo ya da bir hikaye yazarken... Ankara Üniversitesi mezunu olmuş olmak da bana başka bir aidiyet getiriyor tabii. Oradaki hocalarımla da sıklıkla görüşüyorum. Ve çok değerli katkılarını hala almaya devam ediyorum. Ankara benim için önemli, ilham verici bir yer.